JNBS
Üsküdar Üniversitesi

Years

2022

2021

2020

2019

2018

2017

2016

2015

2014

Categories

Authors

ARTICLES

Original Article

Comparison of patients with and without agoraphobia panic disorder and the clinical effect of agoraphobia on panic disorder

Turkish Title : Agarofobili ve agarofobisiz panik bozukluğu hastalarının karşılaştırılması ve agarofobinin panik bozukluğu üzerine klinik etkisi

Tonguç Demir Berkol,Yusuf Ezel Yıldırım,Hanife Yılmaz Çengel,Ava Şirin Tav,Zengibar Özarslan,Habib Erensoy
JNBS, 2019, 6(1), p:44-48

DOI : 10.5455/JNBS.1539805557

Panic Disorder (PD) is an anxiety disorder characterized by spontaneous and unexpected panic attacks. Agoraphobia is the fear of being in a place or setting where escaping or receiving help may be difficult in case of a panic attack. Studies on the effect of the relationship between agoraphobia and PD on the disease process have shown that patients with PD accompanied by agoraphobia have earlier disease onset, more severe symptoms, a higher rate of comorbidity and chronicity, and a more negative prognosis in general. The purpose of this study was to compare sociodemographic and clinical characteristic of panic disorder patients with and without agoraphobia. The sample of the study consists of 100 patients who have applied to the psychiatry clinic of the Lutfi Kırdar Kartal Training and Research Hospital and who have been diagnosed with only PD or PD with agoraphobia by clinical interview (SCID-I) based on the DSM-IV. The sociodemographic data form, Clinical Global Impression Scale (CGIS), Global Assessment Scale (GAS), Beck Depression Inventory (BECK-D), Beck Anxiety Inventory (BECK-A), and Panic and Agoraphobia Scale were used for all patients. The incidence of agoraphobia accompanying PD was found to be 44% in our study. The PD with agoraphobia group had significantly worse results compared to the PD without agoraphobia group in terms of CGIS, GAS, and BECK-A scores. Also, the PD with agoraphobia group had a higher mean total PAS score and higher mean agoraphobic avoidance, anticipatory anxiety, disability, and functional avoidance (health concerns) sub-scale scores.

Panik  Bozukluğu  (PB)  kendiliğinden  ve  beklenmedik  panik  nöbetleri  ile  giden  bir  anksiyete  bozukluğudur.  Panik  ataklarının diğer  hastalıklara  eşlik  etmesinin  bu  hastalıklardaki  tedavi  yanıtını  olumsuz  yönde  etkilemekle  beraber  semptom  şiddetini, komorbidite oranlarını ve intihar riskini arttırdığı da gösterilmiştir. Agorafobi, kaçınmanın güç olabileceği ya da panik nöbet halinde yardımın gelemeyebileceği yerler ya da durumlarda bulunmaktan korku duymaktır. Agorafobi ile PB ilişkisinin hastalık sürecine yönelik etkisi üzerine yapılan çalışmalarda Agorafobinin eşlik ettiği PB hastalarında hastalık başlangıç yaşının daha erken, epizodların daha uzun, belirtilerin daha şiddetli, eştanıların ve kronikliğin daha sık olduğu ve genel olarak prognozun daha  olumsuz  seyrettiği  gösterilmiştir.  Lütfi  Kırdar  Kartal  Eğitim  ve  Araştırma  Hastanesi  psikiyatri  polikliniğini  ziyaret  eden 100 hasta başta sadece PB veya agorafobili PB olarak tanı almıştır. Agorafobili olan PB grubunda KGİ, İGD, BECK-A puanları agorafobi  olmadan  PB  grubundan  anlamlı  olarak  daha  olumsuz  sonuçlar  göstermekteydi.  Buna  karşılık  iki  grubun  BECK-D puanları ise benzerdi. Ayrıca agorafobili olan grupta ortalama PAÖ toplam puanı ile panik atağı özellikleri, agorafobi/kaçınma davranışı, beklenti anksiyetesi, yeti yitimi ve sağlık konusunda endişe alt başlıkları puan ortalamaları da karşılaştırma grubuna göre  daha  yüksekti.  Bizim  çalışmamızda  örneklem  PB  hastalarından  oluşmakta  olup  PB’na  eşlik  eden  Agorafobi  sıklığı  %44 olarak  belirlenmiştir.  Bu  çalışmada  agorafobi  ile  birlikte  olan  ve  olmayan  panik  bozukluğu  hastalarının  sosyodemografik  ve klinik özelliklerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.


Review Article

Impact of SCN1A gene mutations on hippocampal NaV1.1 sodium channels in Dravet Syndrome

Turkish Title : Dravet sendromunda SCN1A geni mutasyonlarının, hipokampüste Na V 1.1 sodyum kanalları üzerine etkisi

Hilal Doğangüneş,Belkis Atasever Arslan
JNBS, 2019, 6(1), p:49-53

DOI : 10.5455/JNBS.1530181585

Voltage gated sodium channels are the basic units of action potential in excitable cells such as neurons and these channels are typically integrated membrane proteins consisting of two smaller auxiliary subunits that regulate channel functions and from an alpha-subunit that comprise the larger central pores of the channel. Genetic changes in the SCN1A gene encoding the neuronal voltage-gated sodium ion channel type 1 (Na V 1.1) α-subunit are seen in Dravet syndrome. Dravet syndrome is an epileptic encephalopathy with multiple types of seizures that are often resistant to conventional therapies. Among genes related to epilepsy, SCN1A is known to have perhaps the largest number of allelles associated with the disease. The primary effect of Dravet Syndrome mutations is thought to be to reduce the activity of GABAergic inhibitor neurons. Decreased activity of the inhibitor cycle may be an important contributing factor to seizure formation in Dravet Syndrome patients and may be a general consequence of SCN1A mutations.

Voltaj kapılı sodyum kanalları, nöronlar gibi uyarılabilir hücrelerde aksiyon potansiyelini oluşturan temel birimlerdir ve bu kanallar tipik olarak kanalın daha büyük merkezi gözeneklerini oluşturan bir alfa-alt biriminden, kanal fonksiyonlarını düzenleyen iki daha küçük yardımcı-alt-biriminden oluşan  entegre olmuş zar proteinleridir. Nöronal voltaj kapılı sodyum iyonu kanalı tip 1 (NaV1.1) α-alt birimini kodlayan SCN1A genindeki genetik değişimler, Dravet sendromunda görülmektedir. Dravet sendromu, geleneksel tedavilerde sıklıkla dirençli olan çoklu nöbet tiplerine sahip epileptik ensefalopatidir. Epilepsiyle alakalı genler arasında SCN1A belki de en fazla sayıda hastalıkla ilişkili allellere sahip olduğu bilinmektedir. Dravet Sendromu mutasyonlarının birincil etkisinin GABAerjik inhibitör nöronların aktivitesini azaltması olduğunu düşünülmektedir. İnhibitör devrenin azalan aktivitesi, Dravet Sendromu hastalarında nöbet oluşumuna katkıda bulunan önemli bir faktör olabilir ve SCN1A mutasyonlarının genel bir sonucu olabilir.


Review Article

Possible microRNAs participating in alzheimer's pathology via signaling pathways affecting axonal transport

Turkish Title : Aksonal transportu etkileyen sinyal yolakları üzerinden alzheimer patolojisine katılması muhtemel olan mikroRNA’lar

Tugce Uzunoglu,Belkis Atasever Arslan
JNBS, 2019, 6(1), p:54-61

DOI : 10.5455/JNBS.1530393578

Alzheimer's disease is a sneaky-onset and progressive neurodegenerative disease characterized by the accumulation of senile plaques formed by amyloid β (Aβ) accumulated in the extracellular environment and intracellular hyperphosphorylated tau proteins characterized by progressive functional disorders and deaths of neurons. Recent studies suggest that the underlying cause of neurodegeneration may be disorders in axonal transport mechanisms. Axonal transport is a dynamic system required for neurons to communicate with each other, to fulfill neuronal functions and to survive. It performs these functions by transporting proteins, organelles, neurotrophic factors and neurotransmitter vesicles throughout the neuron. This system is protected and maintained by a large signal path that contains many proteins. However, by participating in the post-transcriptional regulation of many molecular mechanisms in the body, miRNAs that play a role in many other diseases, such as diseases based on the immune system, cancer and neurodegenerative diseases, can alter the expression of proteins in this signal pathway, leading to tau hyperphosphorylation, impaired axonal transport and hence Alzheimer's disease. In this review study, 12 strains of microRNAs such as miR-133, miR-224, miR-155, miR-34a, miR-125b, miR-9, miR-124, miR29-a/b/c, miR-10b and miR-132 have been investigated for their ability to participate in signaling pathways that play a role in axonal transport and their ability to participate Alzheimer pathology by causing tau hyperphosphorylation.

Alzheimer hastalığı, nöronların ilerleyici fonksiyonel bozuklukları ve ölümleriyle karakterize edilen, ekstrasellüler (nöronlar arası) ortamda  biriken  amiloid  β  (Aβ)’ların  oluşturduğu  senil  plaklar  ile  intrasellüler  alanda  (nöron  içi)  hiperfosforilasyona  uğramış  tau  proteinlerinin  birikmesiyle  oluştuğu  bilinen,  sinsi  başlangıçlı  ve  ilerleyici  bir  nörodejeneratif  hastalıktır.  Son  dönemde  yapılan  çalışmalar  nöronal  fonksiyonların  bozulması  ve  nöronlar  arasındaki  iletişimin  zayıflaması  sonucunda  ortaya  çıkan  nörodejenerasyonun  temel  nedeninin  fonksiyonu  bozulmuş  aksonal  transport  olabileceğini  öne  sürmektedir.  Aksonal  transport  nöronların  birbirleriyle  iletişimlerini  sürdürebilmesi,  nöronal  fonksiyonlarını  yerine  getirebilmesi  ve  hayatta  kalabilmeleri  için  gerekli  olan;  protein,  organel,  nörotrofik  faktör  ve  nörotransmitter  veziküllerinin  taşınmasını  sağlayan  dinamik  bir  sistemdir.  Bu  sistem,  içine  birçok  proteinin  dahil  olduğu  büyük  bir  sinyal  yolağı  tarafından  korunmakta  ve  devamlılığı  sağlanmaktadır.  Fakat  vücutta  birçok  moleküler  mekanizmanın  post-transkripsiyonel  düzenlenmesine  katılarak  immun  sisteme  dayanan  hastalıklar,  kanser  ve  nörodejeneratif  hastalıklar  gibi  daha  birçok  hastalıkta  rol  oynayan  miRNA’lar  bu  sinyal  yolağındaki  proteinlerin  de  ekspresyonlarını  değiştirerek  tau  hiperfosforilasyonuna,  aksonal  transportun  bozulmasına  ve  dolayısıyla  Alzheimer  hastalığına  neden  oluyor  olabilmektedirler.  Bu  derleme  çalışmasında  miR-133,  miR-224,  miR-155,  miR-34a,  miR-125b,  miR-9,  miR-124,  miR29-a/b/c, miR-10b ve miR-132 olmak üzere incelenen 12 miRNA’nın aksonal transportta rol oynayan sinyal yolaklarına katılıp tau  hiperfosforilasyonuna  ve  aksonal  transport  bozulmasına  sebep  olarak  Alzheimer  patolojisine  katılma  ve  biyomarker  olarak  kullanılabilme potansiyelleri incelenmiştir.


Review Article

Axonal transport of alpha synuclein fibrils in parkinson's disease

Turkish Title : Parkinson hastalığında alfa sinüklein fibrillerinin aksonal transportu

Fatıma Ceren Tuncel,Belkıs Atasever Arslan
JNBS, 2019, 6(1), p:62-66

DOI : 10.5455/JNBS.1530369473

Neurodegenerative diseases are characterized by the progressive and irreversible loss of neurons in the central nervous system (CNS) over time. The most important symptom of Parkinson’s disease is dysfunctional disorders in the dopaminergic neurons and the associated symptoms of motor symptoms.  It is well known that aggregates known as Lewy bodies are caused by misfolding and accumulation in the presynaptic range of a protein called alpha-synuclein from the synuclein protein family, which is not known yet to precisely influence the mechanism of this disease. The alpha-synuclein is synthesized in the presynaptic neuron and transported by the mechanism called the axonal transport to axon end.  Alpha-synuclein can be transported along the  axon both retrograde and anterograde with motor proteins as natural or false folded. In this case, the false folded alpha-synuclein may accumulate in the presynaptic area and cause damage to axonal transport. Here, we review the current information on the question of why the chaperone-mediated autophagy (CMA) and the ubiquitin-proteosome system, which are responsible for axonal transport injury of alpha-synuclein accumulation, and which are responsible for the degradation of normally misfolded proteins in the presynaptic area.

Nörodejeneratif  hastalıklar,  merkezi  sinir  sisteminde  (MSS)  bulunan  nöronların  zaman  içerisinde  ilerleyici  ve  geri  dönüşsüz  biçimde  kaybolması  ile  karakterize  edilmektedir.  Parkinson  hastalığının  en  önemli  belirteci  dopaminerjik  nöronlarda  meydana  gelen fonksiyon bozuklukları ve buna bağlı motor semptomlarda aksaklık meydana gelmesidir. Bu hastalığın oluşumunda henüz kesin  olarak  nasıl  bir  mekanizma  ile  etki  ettiği  bilinmeyen,  sinüklein  protein  ailesinden  alfa  sinüklein  adı  verilen  bir  proteinin  yanlış  katlanması  ve  presinaptik  aralıkta  birikmesi  sonucunda  lewy  cisimcikleri  olarak  bilinen  agregasyonların  neden  olduğu  bilinmektedir.  Alfa  sinüklein,  presinaptik  nöronda  sentezlenen  ve  akson  ucuna  aksonal  transport  adı  verilen  bir  mekanizma  ile  taşınır. Alfa sinüklein, ister doğal halinde isterse de yanlış katlanmış olsun motor proteinlerle hem retrograd hemde anterograd yönde akson boyunca taşınabilir. Bu durumda yanlış katlanmış alfa sinüklein presinaptik alanda birikebilir ve aksonal transportta hasara  neden  olabilir.  Burada,  alfa  sinüklein  birikiminin  aksonal  transport  hasarı  ile  ilişkisi,  presinaptik  alanda  bulunan  ve  normalde yanlış katlanan proteinlerin bozulmasından sorumlu olan şaperon aracılı otofaji (CMA) ve ubikitin- proteozom sisteminin neden düzgün çalışamadığı ile ilgili mevcut bilgileri inceledik.


Case Report

Two cases of schizophrenia: the relationship between cavum septum pellucidum and clinical course

Turkish Title : İki şizofreni vakası: klinik gidiş ile cavum septum pellucidum ilişkisi

Yusuf Ezel Yıldırım,Engin Sert,Pınar Çetinay Aydın,Tonguc Demir Berkol,Sevilay Kunt
JNBS, 2019, 6(1), p:67-69

DOI : 10.5455/JNBS.1539422968

Septum pellucidum, which forms the medial wall of the lateral ventricles, consists of two laminates. Cavum septum pellucidum (CSP) is defined when there is a space between these laminae. In some MRI studies have shown a higher rate of large CSP in patients with schizophrenia than in normal subjects. Looking at the literature on psychiatric disorders, CSP has been shown to be most associated with schizophrenia. Large CSP supports the neurodevelopmental model, which is one of the etiological explanations of schizophrenia. In our study, two patients with a diagnosis of CSP are mentioned. One of our patients is a first episode of schizophrenia, and the other one chronic schizophrenia patient with a history of multi-drug resistance. The first episode of schizophrenia is consistent with the information available in the literature in terms of the severity of symptoms, weak-response to treatment, and insufficiency of neuropsychological tests. The apparent deficit of the chronic schizophrenia patient suggests that CSP has a neurodevelopmental model in the etiology of schizophrenia, as well as the duration of the disease and non-compliance with treatment. There is no study in the literature comparing the response to treatment with large CSP in schizophrenia. It is thought that investigation of response to treatment in future studies is important for demonstrating the effects of neurodevelopmental model on the treatment of psychiatric disorders.

Lateral  ventriküllerin  medial  duvarını  oluşturan  septum  pellucidum  iki  laminadan  oluşmaktadır.  Bu  laminalar  arasında  boşluk oluştuğunda  Cavum  septum  pellusidum  (CSP)  olarak  tanımlanmaktadır.  Bazı  MR  çalışmalarında,  şizofreni  tanılı  hastalarda normal  kişilerden  daha  yüksek  oranda  geniş  CSP  saptanmıştır.  Psikiyatrik  bozukluklarla  ilgili  literatüre  bakıldığında  CSP’un  en çok  şizofreni  ile  bağlantılı  olduğu  gösterilmiştir.  Geniş  CSP  şizofreninin  etiyolojik  açıklamalarından  biri  olan  nörogelişimsel modeli  desteklemektedir.  Çalışmamızda  CSP  tanısı  olan  iki  olgudan  bahsedilmektedir.  Hastalarımızdan  biri  ilk  episod  şizofreni olup,  diğeri  geçmişte  çok  ilaca  direnç  öyküsü  olan  bir  kronik  şizofreni  hastasıdır.  İlk  edisod  şizofreni  olgumuzun  belirtilerin şiddeti,  tedaviye  yanıtsızlık  ve  nöropsikolojik  testlerdeki  yetersizlik  açısından  literatürde  mevcut  olan  bilgilerle  uyuşmaktadır. Kronik  şizofreni  olgumuzun  yıkımının  belirgin  olması  hastalık  süresi  ve  tedavi  uyumsuzluğunun  yanında  CSP’nin  şizofreninin etiyolojisindeki  nörogelişimsel  modeli  düşündürmektedir.  Şizofrenide  geniş  CSP  ile  literatürde  tedaviye  yanıtın  karşılaştırıldığı bir  araştırmaya  rastlanmamıştır.  İlerideki  araştırmalarda  tedaviye  yanıtın  araştırılması  nörogelişimsel  modelin  psikiyatrik bozuklukların tedavisindeki etkilerinin gösterilebilmesi için önemli olduğu düşünülmektedir.


Case Report

Varenicline seizure: case report and literature review

Turkish Title : Vareniklin nöbeti: vaka raporu ve literatür derlemesi

Eyad al Nemer,Bandr Mzahim,Sharafaldeen Bin Nafisah
JNBS, 2019, 6(1), p:70-72

DOI : 10.5455/JNBS.1532600115

Varenicline emerged as an efficient smoking cessation medication. However, little is known about its association with seizures. Here, we report a case of a young male who suffered a seizure on the day of the last dose of the suggested drug regimen. We argue that the Varenicline seizure was a result of withdrawal rather than a side effect. We therefore discuss several clinical, legal and legislative implications toward the drug prescription and dispensing.

Vareniklin, etkili bir sigara bırakma ilacı olarak ortaya çıkmıştır. Ancak, nöbetlerle ilişkisi hakkında çok az şey bilinmektedir. Bu çalışmada önerilen ilaç dozajının son doz gününde nöbet geçiren genç bir erkek olguyu sunuyoruz. Vareniklin nöbetinin yan etkiden ziyade  ilacın  geri  çekilmesi  sonucu  olduğunu  düşünüyoruz.  Bu  nedenle,  ilaç  reçetesi  ve  dağıtımına  ilişkin  çeşitli  klinik,  yasal uygulamaları tartışıyoruz


Case Report

The differential diagnosis and treatment of sydenham’s chorea: a case report

Turkish Title : Sydenham koreanın ayrıcı tanı ve tedavisi : olgu sunumu

Fatih Dağdelen
JNBS, 2019, 6(1), p:73-75

DOI : 10.5455/JNBS.1542657316

Sydenham’s chorea is a Immune-mediated disorder of the central nervous system characterized by sudden, involuntary, arrhythmic, choreic, and purposeless movements. It is a nonsuppurative sequel of group A streptococcal tonsillo pharyngitis, which is known to be a common cause of chorea. According to the 1992 modified Jones criteria, acute rheumatic fever is a major criterion and is sufficient evidence on which to base a diagnosis. In this case report, an 11-year-old girl was admitted to the child and adolescent psychiatry clinic with involuntary contractions and emotional changes and was diagnosed with Sydenham's chorea with neurological consultation and his symptoms regressed with haloperidol and valproate therapy. Theaim of thestudy is to show the similarities in terms of mood and tic disorders in the differential diagnosis and treatment of sydenham chorea case who applied to child psychiatry clinic, can be an auxiliary source in a similar case.

Sydenham koreası ani, istemsiz, aritmik, koreik ve amaçsız hareketlerle karakterize otoimmün kökenli santral sinir sistemi hastalığıdır. Korenin sık görülen nedenlerinden olup, grup A streptokokkal tonsillo farenjitin non-süpüratif sekelidir. Sydenham koreası 1992 modifiye Jones kriterlerine göre akut romatizmal ateşin major kriterlerindendir ve tanı için yeterlidir. Olgu sunumunda çocuk psikiyatrisi kliniğine istemsiz kasılmaları, emosyonel değişiklikleri nedeniyle başvuran 11 yaşındaki kız hasta çocuk nöroloji konsültasyonu ile birlikte Sydenham koreası tanısı almış, belirtileri  haloperidol ve valproat tedavisiyle gerileme göstermiştir. Çalışmanın amacı çocuk psikiyatri polikliniğine başvuran sydenhamkorea’lı vakanın ayrıcı tanı ve tedavisinde duygudurum ve tik bozuklukları açısından benzerliklerin gösterilmesi,  benzer bir vakada yardımcı kaynak olabilmesidir.


Mini - Review

The effects of exercise on dendritic spine density: implications for exercise-induced memory enhancement

Turkish Title : Egzersizin dendritik dikenlerin yoğunluğu üzerine etkileri: egzersize bağlı bellek geliştirme uygulamaları

Paul D. Loprinzi
JNBS, 2019, 6(1), p:76-79

DOI : 10.5455/JNBS.1548536820

The purpose of this brief review was to highlight the potential mediational role of dendritic spine morphology on the exercise-memory interaction. I first start out delineating the role of dendritic spine density on episodic memory function and then discuss mechanisms involved in spine density alteration. Following this, I discuss the effects that exercise has on dendritic spine density, including its underlying mechanisms. Ultimately, this discussion will provide us with greater insights on the mediating mechanisms through which exercise may influence episodic memory function.

Bu kısa derlemenin amacı, dendritik dikenlerin morfolojisinin egzersiz--bellek etkileşimi üzerine etkisini incelemektir. Bu bağlamda, öncelikle  dendritik  dikenlerin  yoğunluğunun  epizodik  bellek  üzerine  etkisinin  altı  çizilecek,  ardından  dikenlerin  yoğunluğundaki değişiklikler mekanizması ile ilgili tartışılacaktır. Bundan sonrasında, egzersizin altta yatan mekanizmaları ile birlikte dendritik dikenlerin yoğunluğu üzerindeki etkisi tartışılacaktır. Son olarak, tartışma egzersizin epizodik bellek kapasitesi üzerindeki aracı rolü hakkındaki bilgilerimizi arttırmamıza imkan sağlayacaktır.


Letter to Editor

The neurobehavioral effects of exercise on memory function during pregnancy

Turkish Title : Gebelik sırasında bellek işlevinde egzersizin nörodavranışsal etkileri

Loprinzi Paul D.
JNBS, 2019, 6(1), p:80-81

DOI : 10.5455/JNBS.1545958715

Memory function is essential for optimal daily functioning. Emerging work demonstrates that memory function may be compromised during pregnancy. Encouragingly, exercise engagement may subserve memory function among various populations; however, limited research has evaluated whether exercise can attenuate memory impairment during pregnancy. This letter addresses this issue. Albeit limited, there is some research suggesting that exercise may alleviate this pregnancy-induced memory impairment, with mechanisms discussed herein. Future work in this under-investigated area is needed.

Bellek işlevi, günlük işlerde verimli çalışmanız için gereklidir. Yapılan çalışmalar hamilelik sırasında bellek işlevinin tehlikeye girebileceğini göstermektedir. Buna rağmen egzersizler çeşitli popülasyonlar arasında bellek işlevlerini koruyabilir; ancak sınırlı sayıda araştırma, hamilelik sırasındaki egzersizin bellek kaybını azaltıp azaltamayacağını değerlendirmiştir. Makalemiz bu konuyu ele  almaktadır.  Sınırlı  da  olsa  egzersizin  gebeliğe  bağlı  bellek  bozulmasını,  bu  makale  kapsamında  tartışılan  mekanizmalarla hafifletebileceğini öne süren bazı araştırmalar bulunmaktadır. Araştırılan bu alanda daha çok sayıda çalışmalara ihtiyaç vardır.


Original Article

Neuroprotective effect of Citıcoline and glucocorticosteroid combination under conditions of experimental demyelinating model of central nervous system

Turkish Title : Sitikolin ve glukokortikosteroid kombinasyonunun merkezi sinir sisteminin deneysel demiyelinizan modeli koşullarındaki sinir koruyucu etkisi

Alexander A. Nefodov,Igor F. Belenichev,Elena A. Nefodova,Nina V. Bukhtiyarova,Sergii V. Levich,Sergii N. Dronov
JNBS, 2018, 5(3), p:131-136

DOI : 10.5455/JNBS.1525619232

Multiple sclerosis is a multifactorial, autoimmune, chronic inflammatory demyelinating disease of the central nervous system. Recent studies do not give possibility to estimate the contribution of neurodegenerative changes in neurological deficit of individual patient, to predict the disease development and the effectiveness of therapy. The goal of our research was to investigate methylprednisolone and citicoline co-administration effect to the processes of energy providing of the mitochondria of the cerebral cortex neurons in experimental allergic encephalomyelitis. Experiments were carried out on rats of both sexes weighing 150180 g. Experimental allergic encephalomyelitis was induced by a single subcutaneous inoculation of encephalitogenic mixture in complete Freund’s adjuvant. As material, we used brains. We studied markers of mitochondrial dysfunction and content of adenine nucleotides, lactate, malate, isocitrate, aspartate, pyruvate. We also studied the state of neurons, their area, RNA-content and proportion of apoptotic cells.  Formation of experimental allergic encephalomyelitis (EAE) led to permanent disturbance of energy metabolism of brain. The administrations of methylprednisolone did not have a significant effect. Co-administration of methylprednisolone and citicoline exerted significant influence on some parameters of mitochondrial dysfunction and brain energy metabolism. We also found neuronal damage of sensorimotor cortex of experimental animals and to the neuroapoptosis activation. Administration of methylprednisolone resulted in direct neuroprotective effect. Combination of citicoline and methylprednisolone limit activity of unproductive anaerobic glycolysis and increases aerobic ATP synthesis reaction. Thus, the combination of citicoline and methylprednisolone does not affect the activity of malate aspartatic shunt in EAE conditions.

Multipl skeleroz çok bileşenli, otoimmün ve kronik inflamatuvar demiyelizan bir merkezi sinir sistemi hastalığıdır. Yakın zamanda yapılan çalışmalar hasta bireylerdeki nörodejeneratif değişiklerin nörolojik bozukluklara katkısını, hastalığın gelişimi ve terapinin etkisinin nasıl olacağını tahmin etme olanağı vermiyor. Araştırmamızın amacı, deneysel alerjik ensafalomiyelitdeki metilprednizolon ve sitikolinin birlikte kullanılmasıyla oluşacak etkinin serebral korteks nöronlarının mitokondrilerine enerji sağlamasını incelemektir. Deneyler her iki cinsiyetteki 150-180 gram ağırlığındaki farelerle gerçekleştirilmiştir. Deneysel alerjik ensefalomiyelit, tam Freund adjuvanı içindeki ensefallojenik karışımının tek bir deri altından aşılaması ile indüklenmiştir. Materyal olarak beyni kullandık ve adenin nükleotidleri, laktat, malat, isositrat, aspartat, piruvat içerikleri ile mitokondriyel bozukluk belirteçleri üzerine çalıştık. Aynı zamanda nöronların durumunu, alanlarını, RNA içeriğini ve apoptotik hücrelerin oranını da inceledik. Deneysel alerjik ensefalomiyelit (DAE) oluşumu, beynin enerji metabolizmasının kalıcı olarak bozulmasına yol açmaktadır. Metilprednizolon uygulamalarının anlamlı bir etkisi bulunamamıştır. Metilprednizolon ve sitikolinin birlikte uygulanması, mitokondriyal bozukluk ve beyin enerjisi metabolizmasının bazı parametreleri üzerinde anlamlı bir etki göstermiştir. Ayrıca deney hayvanlarının sensorimotor korteksinde nöronal hasar ve nöroapoptoz aktivasyonu da bulunmuştur. Metilprednizolon uygulaması doğrudan sinir koruyucu etki ile sonuçlanmıştır. Sitikolin ve metilprednizolon kombinasyonu, işlevi olmayan anaerobik glikoz parçalanmasını sınırlamakta ve aerobik ATP sentez reaksiyonunu arttırmaktadır. Bu nedenle, sitikolin ve metilprednizolon kombinasyonu, DAE koşullarındaki malat aspartatik devrenin aktivitesini etkilememektedir.


ISSN (Print) 2149-1909
ISSN (Online) 2148-4325

2020 Ağustos ayından itibaren yalnızca İngilizce yayın kabul edilmektedir.